Peygamber efendimiz aleyhisselâm, üç tane çubuk aldı. Birini önüne, birini de yanına dikti. Diğerini de uzaklara attı. Sonra, “Bu öndeki çubuk insan, yanındaki de eceli, uzaktaki ise emelidir. İnsan emellerinin peşinde koşar; fakat eceli onu yakalar, emeline ulaşamaz!” buyurdu.
Ölüm her canlı için kesin olduğu halde, insanların ölümden habersiz gibi yaşamaları, ölümü az düşündüklerindendir. Oysa ki ölümü hatırlamak ve hatırladıkça bu akıbet için hazırlanmak çok faydalıdır. Evet, bu dünyaya gelen herkes, er veya geç ölümü tadacaktır. Bunu bilmeyen yoktur. Fakat, bu son noktaya varış, süresi herkes için farklı bir yaşamdan geçerek, yaşam köprüsünden geçerek olacaktır. Kimse bu yaşam denilen sürenin ne zaman biteceğini önceden bilmez.
İnsan öleceği zamanı bilseydi, aklı başından giderdi. İyi ki ölüm vakti insandan gizlendi. Eğer gaflet olmasaydı, hiç kimse bir işine bakmazdı. Gaflet ve uzun emel, kötü olduğu kadar aynı zamanda iki büyük nimettir. Eğer bu ikisi olmasaydı, müslüman sokakta yürüyemez hale gelirdi.
İnsanlar, önceki konularda da bahsettiğimiz gibi, gaflet içinde yaratılmıştır. Eğer her şeyi inceden inceye düşünebilseydi, hiç kimse geçimi için çalışmazdı, çalışamazdı.
Dünya, mamurluğunu, bu gaflet halinden kurtulamayan ekseriyata borçludur.
Ne zaman geleceği belli olmayan bir süre, bize hayat sermayesi olarak verilmiş. Elimize geçen bu sermayeyi olabilecek en verimli şekilde kullanmak lâzımdır. Hatta bu, bir vazife, bir sorumluluktur.
Yüz sene önce hiçbirimiz yoktuk. 100 sene sonra da olmayacağız. Olsak ne olur?
Kendimize soralım:
“Şu kadar sene yaşadım, şu yaşa geldim, geçmişe dönüp baktığımda, yaşadığım iyi/kötü anlardan hangisini geri getirebilirim?”
Hepsi geldi, yaşandı, geçti, gitti. Bir rüya gibi.
Bizler, ahirete, öldükten sonra dirilmeye, cennete, cehenneme inanan insanlarız. Öyleyse, şu an, şu dakika, bize tanınan süreyi, hiç olmazsa bundan sonra asıl maksada uygun yaşamaya gayret göstermek için bir başlangıç noktası olarak kabul edip, harekete geçmemiz gerekir.
Yani önceden ne yaşadıysan yaşadın. Doğru işler yaptıysan, doğrularla meşgul olduysan şükret. Yanlışlar yaptıysan, hemen nedamet getir…
Vakit kaybetmeden, şimdi, şu andan itibaren, gel de tevbe et:
Tövbe yâ Rabbi hatâ râhına gittiklerime
Bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerimeAbdürrahim-i Rümi
Ve hazır elde vakit sermayesi varken…
Kıl tevbe seyyiatına gözler kapanmadan
Vaktiyle gör hisâbını defter kapanmadanBursalı Mustafa Huldi
Mânâları pek açık, beyitler. Türkçe’den Türkçe’ye tercüme etmemize lüzum bırakmıyorlar,
Hasılı, güzel yaşamamız lâzım. Doğru yaşamamız lâzım.
Fakat dünyayı yaşanmaz hale getiren, insanlardır. Dünyanın yani taşın toprağın ne suçu var?
İnsanın insana yaptığı kötülüğü, hiçbir kedi kediye, hiçbir aslan aslana yapmıyor. Dinimizde kalp kırmak haramdır, 70 defa Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günahtır. Böyle büyük bir günahı, imanı en zayıf olan Müslüman bile, hatırından geçirmez. Adam öldürmek, içki içmek ve hırsızlık bile, kalp kırmanın yanında hafif kalır.
Kalp kırıklığı öyle bir şeydir ki, kalp kıran iflâh olmaz, kırılan kalp onarılmaz.
70, 80 ve 90 yaşlarında üç kardeş varmış. Üçü de, henüz 60’larındaymış gibi üçüz kardeş gibi görünüyormuş. Bu işin sırrını merak edenler toplanıp bu üç kardeşi ziyarete gitmişler. 70 yaşındakine genç kalmanın sırrını sormuşlar.
O da, 80 yaşındaki abisine sorulmasını söylemiş: “Benden on yaş büyük olduğu halde, benim gibi 60 yaşında görünüyor! İşin sırrını o bilir.” demiş,
80 yaşındakinin evine gitmişler, o da 90 yaşındaki abisini işaret etmiş: “Benden büyük olduğu halde 60 yaşında görünüyor, ondan sorun.” demiş.
Toplanan meraklı kalabalık, 90 yaşındaki abinin evin, gitmişler. Aynı soruyu sormuşlar. İhtiyar delikanlı: “Buyurun size açıklayayım. Fakat önce bir şeyler yiyelim, ondan sonra anlatırım.” demiş.
Nasipte ne varsa yenmiş. Yemekten sonra sofraya bir karpuz getirmesi için hanımına rica etmiş. Hanımı 90’ına merdiven dayamış genç(!) nine (-ki o da üç kardeş gibi yaşından çok çok genç görünüyormuş), üst kattaki tavandan bir karpuz seçip getirmiş.
Delikanlı ihtiyar, karpuzu beğenmemiş, “Daha iyisini getir hanım.” demiş.
Kadın gidip yine bir karpuzla gelmiş. Bizimki onu da beğenmemiş, tekrar başka bir karpuz getirmesini söylemiş. Nine yine bir karpuz getirmiş, ama onu da beğenmemiş.
Misafirlere, “Hanım iyisini bilemedi, gelin beraber seçelim karpuzu…” diyerek meraklı ordusunu tavan arasına çıkartmış. Tavan arasına varınca bakmışlar ki, orada s2dece bir karpuz var. Genç ninenin hep aynı karpuzu getirdiğini anlamışlar.
Genç dede misafirlerine, “Şimdi genç kalmamın sırrını anladınız mı?” diye sormuş. Misafirler gerçekten hiçbir şey anlamamışlar olan bitenden.
İhtiyar delikanlı, “Karpuz tavanda bir tane değil miydi? diye sormuş.
Misafirler “Evet!” deyince, dede bıyık altından gülerek devam etmiş:
“Hanım beni mahcup etmemek için, her seferinde başka karpuz getiriyor gibi göründü. “Tavanda başka karpuz mu var, hepsi bir tane işte!” demedi. O beni bu güne kadar hiç üzmedi. Aynı şekilde ben de onu üzmedim. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya, yani ne kendi ana babamıza ne de başkalarına kesinlikle yansıtmadık. Yani birbirimizi, başkalarının önünde hiç zor duruma düşürmedik, mahcup etmedik. Böylece, ikimiz de genç kaldık. Bu davranışları diğer iki kardeşim de hayatları boyunca aynı şekilde uygulayınca, onlar da işte böyle genç kaldılar.” diyerek sırrı açıklamış.
Ne dersiniz? Var mıdır aramızda böyle ihtiyar delikanlılar, gencecik nineler? Bir bakın etrafınıza!
Veyahut, sizler neden böyle güzel yaşlanmayasınız?
Hülasa; doğduğumuz andan itibaren öleceğimiz kesin belli. Bu dünyaya ölmeye geldik en nihayetinde.
Ama yaşamak emrolundu. Bize takdir edilen ömrü yaşayacağız.
İnşallah iyi yaşayacağız!
Dünyada bize ihsan edilen güzelliklerin tadına vararak, severek, sevilerek yaşayacağız. Dünya hayatında, mutluluklar, sevinçler, üzüntüler, iyilikler, kötülükler, varlık, yokluk darlık, ferahlık hep iç içedir. Biri gider, biri gelir.
Gamm-ı dil tagyir-i vaz’ itse eger devr-i zamân
Her kişi dünyâda geh mahzun olur geh şâd-mânBaki
Hep anlatırız ya dünya mü’mine zindan diye… Elbette Ve şüphesiz öyle ahirete göre.
Fakat bu, bize verilen meşru sınırlar içinde dünyanın güzelliklerinden de faydalanmayacağız anlamında değil.
Yine de asıl maksada kavuşmak için, dünyadan feragat etmek, bazı dünyalıklardan yana fedakârlık göstermek gerek.
Sırası gelmişken bu konuyu gayet güzel işleyen, Muhibbi mahlaslı Kanuni Sultan Süleyman Han’ın meşhur beytine Baki’nin tahmisini anmadan olmaz:
Câme-i sıhhat Hudâ’dan halka bir hil’at gibi
Bir libâs-ı fâhir olmaz cisme ol kisvet gibi
Var iken baht u saâdet kuvvet ü kudret gibi
Sağlık kıyafeti, Allahü teâlânın insanlara ihsan ettiği bir kaftan sayılır ki insan bedeni için ondan daha değeri bir elbise düşünülemez. Hele kuvvet ve kudret gibi bir talih ve saadeti de varsa…
Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Halk içinde devlet gibi bir kıymetli nesne yok ise de aslında dünyada en büyük devlet, bir nefeslik zaman da olsa sağlıklı olmaktır.
Ehil vahdet kâinâtun âkıl u dânâsıdur
Merd-i fâriğ âlemün mümtâz ü müstesndsıdur
Gör ne dir ol kim sözi guyâ Mesih enfâsıdur
Dünyanın en akıllı insanları, Hâk ehli olanlardır. Onlar dünyadan el etek çekerek, âlemin müstesna insanları olmuşlardır. İşte bu müstesna insanların söyledikleri, Mesih nefesi gibi tesirli olan şu söze kulak ver! Bak ne diyor:
Saltanat didükleri ancak cihan gavgasıdur
Olmaya baht u saâdet dünyada vahdet gibi
Saltanat dedikleri, kuru çekişmeler uğruna yapılan dünya kavgasından ibarettir. Mutluluk vesilesi değildir. Asıl saadet, Hâk yolunda olmaktadır.
Tâat-i Hak münis-i bezm-i bekâdur âkıbet
Sıhhat-i cân u beden senden cüdâdur âkıbet
Bâd-ı sarsardur fenâ âlem hebâdur âkıbet
Allahü teâlâya itaatin karşılığı olarak sonunda kavuşulacak olan, cennette Peygamberimiz aleyhiselâmın sohbetidir ki bu nimet daimi, kalıcı bir nimettir. Sana verilen can ve beden sıhhati ise zamanı geldiğinde mutlaka seni terk edecektir. Bütün mahlukat, sonunda şiddetli bir kasırgayla yok edilecek olduktan sonra dünya boş ve nafile değil de nedir?
Ko bu ayş ü işreti çünkim fenâdur âkıbet
Yar-ı baki ister isten olmaya taat gibi
O halde şu yiyip içip eğlenmeyi, gününü gün etmeyi artık terk et ki akıbeti fenadır. Eğer kendine daimi bir yâr istiyorsan, Allahü teâlâya itaat gibi dost bulunmaz.
Âlemi gözden geçürsen eylesen bin yıl rasad
Devr içinde durmasan görsen hezârân nik ü bed
Her tarafdan aksa dünya malı gelse la-yüad
Bin yıl boyunca alemi gözden geçirsen ve daima dönmekte olan şu gök kubbenin altında her an hiç durmadan, binlerce iyilik ve kötülük görsen; hatta dünyanın her tarafından, dört bir yandan ayağına sayısız dünya malı akıp gelse…
Olsa kumlar sayısınca ömrüne had ü eded
Gelmeye bu şişe-i çerh içre bir sâat gibi
Ömrün kumlar sayısınca bile olsa, şu feleğin kum saati içinde akıp giden kumlar gibi, günler de akıp gider ve sonunda ömrün sana bir saat kadar bile gelmez.
Menzil-i âsâyiş-i ukbdya istersen vusul
Hubb-i dünyâdan ferâgat gibi olmaz doğru yol
Şâdman erbâb-ı uzlettir hemân Bâki melul
Eğer ahiretin rahat ve huzur dolu menziline erişmek istiyorsan, dünya sevgisini gönlünden çıkarmak, dünya sevgisini terk etmek gibi doğru bir yol olamaz. Çünkü sonunda mesud ve memnun olanlar, dünyevi endişelerden uzak yaşayanlardır. Bâkisi (geri kalanı) ise üzgün ve boynu bükük olacaklardır.
Ger huzur itmek dilersen ey Muhibbi fâriğ ol
Olmaya vahdet makâmı guşe-i uzlet gibi
Ey Muhibbi, eğer huzurlu olmak istersen dünyadan el çek. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itaat ederek yaşamak gibi bir makam daha olamaz.
Hayati Meseleler – Hayati İnanç
Babıali Kültür Yayınları
► https://www.bky.com.tr/kitap/hayati-meseleler-hayati-inanc-9786059059961