İllet-malul veya sebep-sonuç ayrımı:
Bu ayrım, var olanların bir kısmının sebep, bir kısmının ise sonuç olduğunu yahut aynı şeyin bir açıdan sebep, başka bir açıdan sonuç olduğunu ifade eder. Aslında Aristoteles’ten beri oldukça muhkem bir şekilde kurulmuş bu ayrım, felsefe geleneğinin tanımlayıcı ilkesidir (nedensellik). Zira filozoflar, nedenselliğin duyu yoluyla idrak edilmediğini fakat şeyler arasındaki ilişkiyi gözlediğimizde aklın sebep-sonuç ilişkisini zorunlulukla kavradığını düşünür. Onlara göre sebeplerini bilmediğimiz takdirde bir nesne yahut olguyu bilmemiz de imkânsızdır. Bu nedenle bir şeyi bilmek demek onun sebeplerini bilmek demektir.
Sebepler ise temelde dörttür: madde, suret, fâil ve gaye. Bunlara hazırlayıcı ve tamamlayıcı sebepleri de ekleyebiliriz.
Mesela ahşap bir masanın;
Maddesi: Onun yapımında kullanılan ahşap malzeme,
Sureti: O malzemeye masa adını vermeyi mümkün kılan biçim;
Gayesi: Ne için yapılmışsa o şey, mesela yemek yenilmesi;
Fâili: Onu yapan marangozdur.
Tamamlayıcı sebebi, marangozun kullandığı aletler; hazırlayıcı sebebi ise masanın yapımını mümkün kılan şartlardır.
Fizik, matematik, metafizik, ahlâk ve siyasette, kısaca bütün felsefi bilimlerde yapılan araştırmalar, incelenen konu her ne ise onun sebeplerini bilmeyi amaçlar. Bu bağlamda sebepleri bilmek, nesneyi var olduğu mevcutlar yelpazesi ve ilişkiler ağıyla birlikte zihinde yeniden kurmak demektir.
Madde ve suret, nesnenin veya olgunun özel varlığını kurduğundan mahiyetinin sebepleri, fâil ve gaye ise nesne veya olgunun dışta tahakkuk ettiğini bildirdiğinden varlığının sebeplerine tekabül eder. Şayet nesne, hiçbir şekilde varlık-mahiyet ayrımına konu olmuyorsa onun sebepli olduğu da söylenemez. Bu demektir ki bir nesne zorunlu ise onun bir sebebi olamaz ve biz yalnızca onun, bütün sebeplerin ötesinde ve temelinde bulunduğunu düşünebiliriz.
Böylece İslam filozofları, saf varlıktan ibaret olan ve varlık-mahiyet ayrımına konu olmayan Tanrı’nın, sebeplerin sebebi olduğunu ve O’nun dışındaki bütün mevcutların ise mümkün ve sebepli olduğunu yani varlığını bir başkasından almış olması gerektiğini tespit etmişlerdir.
Bu tespitten önemli bir sonuç çıkarılmıştır: Herhangi bir şeyin yaratılmışlığı veya varlığını bir başkasından almış olması, onun sebepli oluşuyla ilgilidir, kelamcıların düşündüğü gibi sonradan oluşu (hâdis) ile ilgili değildir. İster sürekli var olsun ister belirli bir zaman diliminde var olup ardından yok olsun bütün mümkün mevcutlar, mutlaka bir sebep tarafından var edilmiştir. Dolayısıyla Tanrı dışındaki her şey, O’nun malulü olmak durumundadır.
İslam Düşünce Gelenekleri • Ömer Türker
Ketebe
https://www.ketebe.com/islam-dusunce-gelenekleri-omer-turker