Peter Campbell pek de sevilen bir karakter değil. Huysuz bir oğlan çocuğuna benzeyen yüzü ve kimseye değer vermediği halde herkese kendini ispatlama ihtiyacı duyarak ne yapıp edip yolunu bulma hırsı onu sevimsizleştiriyor.

Pete’i daha önce ailesinin evinde izlemiştik. Yeni evlenmişti ve bir ev satın almak için ihtiyacı olan borcu babasından istemek amacıyla ailesinin evindeydi. Böyle bir durumda kalmanın ne kadar zor olduğu ve parayı istemeye dilinin varmadığı belliydi o sahnede. O anın içinde neredeyse tüm aile tarihini izlemek mümkündü doğrusu. Ortada eğreti bir şekilde oturup donuk bir yüzle ve göz teması kurmaktan kaçınarak babasına borç konusunu açmaya çalışıyordu ve yandaki tekli koltukta oturan babası (Tabii ki tek başına olduğu ayrı koltukta! Oğlunun anında veya birkaç kişiyi barındırabilecek bir koltukta değil. Kapsayıcılık özelliği yok bu adamın. Oğlunu kendi gösterişli soyadı ve mirasına layık görmüyor ve sık sık onu ne kadar yetersiz bulduğunu yüzüne vurarak Peter’a acı çektiriyor.) üzerindeki kaliteli kıyafeti ve altındaki kısa pantolonu ile oturuyordu.
Adamın dışarıya görünen gösterişli, saygın yüzü ve içinde yaşattığı çılgını anlatmak için yeterliydi bence. Bunun yanında bir de tipik Amerikan işi taranmış beyaz saçları ve yakışıklı yüzündeki yarı sarhoş ve sadistik bakışlarını görmek ise etkiyi iyice perçinliyordu.
Pete’in büyüdüğü ev ve babası ile erkeksi bir özdeşim kurmasının olanaksızlığını görmüş olduk böylece. Yetersizlik duygusu ile boğuşan ve bunu kabul etmek istemeyen her erkeğin olacağı gibi başkalarına kendini ispat etmek, onlar tarafından güçlü ve becerikli algılanmak takıntısı ile dolu ergen görünümlü bir yetişkine dönüşmüştü. Bu karakteri izlemek her ne kadar seyircinin sıklıkla sinirini zıplatıyor olsa da iyi ya da kötü veya sempatik ya da irrite edici bütün yanları ile birlikte iyi çizilmiş bir karakter. Otoriter baba tek başına ve göz teması yok. Örtü ile sisteminden dışladığı koltuğun ucundaki tedirgin eşi ve bacak bacak üstüne atarak restleştikleri oğlu.
Beşinci Sezon
Balayından döndüğü gün iş yerindeki arkadaşlarına evliliğini “İnanabiliyor musunuz, bu akşam eve gittiğimde masada sıcak bir biftek olacak.” diyerek tanımlayan bir erkeğin evliliğinde neler olacaksa Pete’in evliliğinde de onlar oldu: kısa süre içinde ona hiç çekici gelmeyen karısı ile tatminsizlik içinde süren hayatına içten içe kendisi için üzülerek devam etti ve bir yandan da karısı etrafındayken evini ve ailesini önemseyen biriymiş gibi rol yaptı ve hatta bazen rolüne kendi bile inandı. Başkalarının kendisininkinden “daha iyi” bir kadınla evlenebilme olasılığını düşünerek kendine işkence etti, ona cinsel olarak çekici gelen kadınlara iç geçirdi ve bazen ufak kaçamaklar yaptı, evde daha az zaman geçirmenin yollarını aradı vs. Evlilik ilişkisi de kısa sürede kendini kanıtlama tutkusunun bir aracına dönüşmüştü. Babasının görmediğini dünyanın görmesini özleyen epey de hırslı bir erkek… Bu arada bir de bebekleri oldu tabii. Karısı onu evde daha fazla kalması, daha ilgili bir baba olması ve iş hayatında daha başarılı olması konularında bir yerlere çekiştirip durdu. Pete bu şekilde daha da daraldı. Başlangıçta tek sorununu yanlış kadınla evlenmiş olmak olarak görüp avunabilirken sonradan güvensizlik ve bunalımını kendi içinde de yaşamaya başladı. Böyle geçen birkaç yılın sonunda artık şehrin banliyö taraflarında bir ev almış ve bebekleri ile birlikte orada yaşıyordular. Pete, trenle şehir merkezine yaptığı bir saatlik işe gidiş ve işten dönüş yolculukları ile “dışarıya” bağlanıyor ve sonra akşam “evine” dönüyordu.
Günlük tren yolculukları, sabahları sıklıkla denk geldiği ve yol boyu lafladığı adamın ortaya çıkışı ile birlikte aynı anda hem sıkıcı hem ilginç bir hal aldı Pete için. Adam durmadan konuşuyor ve karısını kötülüyordu. Bir yandan da şehir merkezindeki garsoniyerinden söz ediyor ve akşamları takıldığı genç ve güzel kadınları anlatıp duruyordu. İster inanın ister inanmayın, o sırada Pete adama acıyan gözlerle bakıyor ve bu hayat tarzını hiç onaylamayan, adamı da küçük gören bir haller yaşıyordu. Neredeyse ona öğütler veren bir abi figürüne dönüşmekteydi. Adam ise “Merak etme, eninde sonunda sen de iş çıkışındaki treni yakalamak yerine 2-3 saat sonraki seferi kullanmanın yollarını aramaya başlayacaksın.” diyordu.
Bu yazıyı yazmamın nedeni olan sahne yukarıda anlattığım bağlamın sonucunda geldi. Pete bir akşam şehirden dönerken tren istasyonu yakınlarında, konuşkan yol arkadaşının karısı ile karşılaşır. Oldukça çekici bir kadındır bu ve (umutsuz bir şekilde) akşamları ortadan kayboluşlarından şüphelendiği kocasını sokak ortasında beklemektedir. Onca yolu, kocasından habersiz olarak, içini kemiren şüpheler ve yalnızlık acısıyla tepip bir tren istasyonunun çıkışında çaresizce bekliyordu. Üstelik Pete adamın istasyona gelmeyeceğini çünkü garsoniyerinde olacağını sabahki muhabbetten biliyor. Bu aşamada Pete’in artık kapılıp gitmemesi çok zordu. Özellikle de tatminsiz şekilde kendine acıyarak geçirdiği tüm o zamanlardan sonra… İlk olarak, kadın güzel. İkincisi, gücenik ve hüzünlü haliyle çaresizce kalakalmış gibi görünüyor. Bu sayede, hak ettiği duygusal değeri bulamamış güzel bir kadının teselli ve umut veren partneri olma düşüncesi zihninde parıldayıveriyor Pete’in. Tabii bu bilinç dışı bir süreç. Pete, düşünceyi oluşturan eğilimlerini ve duygularını tanıyıp ehlileştirecek ölçüde bütün bir kişilik olmadığından yalnızca neyi keşfettiğini biliyor, neden keşfettiğini değil.
Bon Jovi’nin Dry County isimli güzel parçasının video klibinden öğrendiğime göre, Sigmund Freud “Her erkek bir kahramandır, düşlerinde.” diye bir söz söylemiş. Güzel sözmüş… Bizim Pete de tabii ki yollarda perişan kalmış, üstelik hayırsız kocasını görme şansı da olmayan bu kadına kahramanca bir edayla eşlik etmeye başlıyor. Onu acı gerçekler ile incitmeden güvenli evine ulaştırabilmek için arabasıyla bırakmayı teklif ediyor ve eve dönüş yoluna çıkıyorlar.
İnsan ruhsallığındaki bozukluklar derece derecedir. Toparlanması en zor bozukluklar anneleri tarafından istek ve uyumla sahiplenilmemiş, tensel ve ruhsal olarak annelerinde yer bulamamış bebeklerdeki bozukluklar oluyor.
Yaşamlarının çok erken dönemlerinde bu yoksunluğu yaşamış olan insanlar, hayatlarının sonraki dönemlerinde de yoksunluk, çaresizlik ve alttan alta işleyen güçlü bir korkunun etkisinden çıkmakta çok zorlanıyorlar. Beth böyle bir kadın. Peter bunu çok sonra öğrenecek ancak Beth dönem dönem güçlü depresyonlar geçiren, ağır derecede ruhsal sorunları olan bir kadın. Periyodik olarak (o yıllarda çok kullanılan bir müdahale yöntemi olan) elektroşok tedavisine alınıyor ve şoklardan sonra da hafızasının büyük bölümünü kaybetmekte. Şimdilik heyecan verici flört macerasını yaşamakta olan Pete bunlardan habersiz ve Beth ise, aslına bakarsanız, asla bulamadığı bir karşılığı ararken kayıp halde yaşamaya son derece alışık.
Eve vardıklarında Beth arabadan inip evine giriyor ve kapıyı ardından kapatma zahmetine de katlanmıyor… Zaten Pete de yaşadığı baştan çıkarıcı maceranın etkisinde ve birkaç saniye tereddüt ettikten sonra kadının peşinden arabadan inip yürümeye başlamıştı bile. Bu tip tutkulu sahnelerde görülebileceği gibi kapıdan girer girmez sevişmeye başlarlar.
Sonraki sahnede, halıların üzerinde uzanmış sohbet ederken görürüz ikisini. Pete gülümsemesini durduramamakta, uzun zamandır aradığı tatmini yaşamaktadır ve Beth ise kendi iç dünyasında bir yerlerdedir. Pete kendi heyecanının içerisindeyken ve hayatının kadınını bulduğu düşüncesinin tadını çıkarırken sürekli konuşmaktadır ve Beth bir noktada Peter’ın gözleri hakkında konuşmaya başlar.


Göz göze bakmak ruhların teması için bir kapıdır ve unutmayın ki bu kadın zaten annesinin gözlerinde bile o teması bulamadan büyümüş bir insan; elbette ki Pete’in de gözleri ile ilgilenecekti!
Peter her ne kadar harika bir an yaşadıklarını düşünse de Beth hala aradığı teması bulamamış bir kadındı ve o konuştuğunda mevzu gözler üzerinden açılmış oldu. Zavallı Pete, o sırada kendi mavi gözlerini çok güzel bulan ve bu çekiciliği dile getiren bir kadın ile birlikte olduğunu sanıp bir kat daha gülümser hale geliyor bu noktada. Bu da Pete’in ihtiyaç duyduğu şey: varlığının ve değerinin onaylanmasını ancak pohpohlanmakta bulabiliyordu ve o anda Beth’in de onu pohpohluyor olduğunu düşündüğü için mutluydu. Hemen ardından Mad Men senaristlerine hayran kaldığım bir gelişme ile Beth, Peter’ın mavi gözlerine bakarak bu gözlerin ona yakınlarda gördüğü bir dünya fotoğrafını hatırlattığını anlatıyordu. Olaylar altmışlı yıllarda geçiyor ve uzaydan çekilmiş dünya fotoğrafları çok yeni şeyler. O zamanlarda toplumun epeyce ilgi gösterdiği görüntüler bunlar…
Her birimiz dış dünyada görüp yaşadıklarımızı kendi ruhsallığımızın filtresinden geçirerek algılarız. Beth de bu fotoğrafı tabii ki kendisine göre anlamıştı. Peter’a gazetelere çıkan o fotoğrafı görüp görmediğini sorar ve fotoğrafın onu huzursuz ettiğinden söz eder. Senaristler burayı çok güzel yakalamış…
Beth duygularını anlatırken, bildiği her şeyi içeren Dünya’yı karanlıklar içinde küçücük ve korunmasız olarak görmekten ne kadar rahatsız olduğunu söyler. Tam olarak şöyle diyor: “Tiny and unprotected. Surrounded by darkness” Tam da annesinin göz temasına muhtaç küçük bir bebeğin kendisini hissedeceği gibi…
Beth, uzaydan çekilmiş o Dünya fotoğrafında kendi ruhsal durumunun bir karşılığını görmüş ve etkisinde kalmış. Pete’in mavi gözleri de (yuvarlak ve mavi bir şekil) Beth’e yukarıdaki gibi bir dünya figürünü çağrıştırdı ve sonra da o fotoğrafın yarattığı duygulanım ve farkındalık geldi: karanlıklar içindeki minik ve korunmasız bebek. Beth, 60’lı yılların bilimsel gurur dolu o Dünya fotoğrafında kendi acı dolu ruhunun bir metaforunu görmüştü. Sonra Pete ile denediği temas da işe yaramadığında onun yuvarlak, mavi gözlerine bakıp fotoğrafı yeniden hatırladı çünkü yaşamakta olduğu an tam da aynı duyguyu ortaya çıkarıyordu. Pete az önce onu can kulağı ile dinlediğini söylemişti ama aslında dinlemiyordu. Peter’ın, arzu ettiği kadını baştan çıkarmış olmanın keyfini yaşadığı o sıralarda Beth aslında ona derin yalnızlık ve korkusunu açmakta! Travmatik bir şekilde erken yaşından itibaren tacizkar erkek tavırlarına maruz kalışını ve aradığı şeyin çekicilikten çok anlaşılmak olduğunu ifade etmeye uğraşıyor. Bu ilişki sandığı kadar işe yaramayacak belli ki… Bu kadın yaşadığı şeyin onu doyurmadığını anlatırken aynı anda adam ise ne kadar çekici biri olduğu ile ilgili sözler duyduğunu sanıyor. Son derece yabancılaşmış bir haldeler ve oysa ki az önce seviştiler ve yan yana göz gözeler. Yalnızlık duygusunun aslında bir arada yaşamak değil birbirini anlamakla aşılabileceğini çok güzel ifade eden bir sahne.